İstanbul'un 2000 Yıllık Sorunu: Su

İklim değişikliği ile başlayan kurak yıllar İstanbul'un pek konuşulmayan bir sorununu tekrar gündeme getirdi: susuzluk.

İstanbul'un 2000 Yıllık Sorunu: Su

İstanbul'un Tarihine Kısa Bir Bakış

Başlıktan da anlaşılacağı üzere, İstanbul'un bu sorunu yeni bir sorun değil, bugün ondan fazla baraja rağmen, yaklaşık 200 km uzaklıktan Melen'den su getirilmesi gibi Roma, Bizans, Osmanlı dönemlerinde de, kent hep susuzluk yaşadı,su sorunu ile mücadele etti, çok uzak yerlerden kente su getirmek için devasa bütçeler gerektiren çalışmalar yapıldı.

İstanbul yakınlarında Yarımburgaz Mağarası ile Paleolitik çağa dayanan yerleşim birimleriyle Türkiye'nin hatta belki de Avrupa'nın en eski yerleşim birimleri mevcut, daha sonra Yenikapı bölgesinde ise 8000 yıllık kalıntılar bulundu, ancak bu dönemlere göre İstanbul sayılabilecek ilk yerleşim MÖ 680'li yıllarda Khalkedon'un (Kadıköy) hemen karşısında Sarayburnu yakınlarında MÖ 650'li yıllarda kurulan koloniye dayanıyor. Bugünkü Topkapı Sarayı bölgesine Sarayburnu taraflarına yerleşen Megaralı (Atina yakınlarındaki kent) Dorlar tarafından Byzantium, Byzantion, Bizantion isimleriyle anılan koloni ilk İstanbul'un ilk yerleşimi sayılmaktadır.

Tabi burada Sarayburnu tarafının güzelliğine rağmen halde karşıda kaldıklarına göre kör olmaları gerektiği düşüncesiyle Kadıköy tarafına ise "körler ülkesi" denildiğini hatırlatmak yerinde olacaktır.

İlk Su Yolu - Hadrian Su Yolu

Şehir nerdeyse yüz yıl arayla Perslerin, Spartalıların, Makedonların sonra da özerk bir şehir olarak Romalıların hakimiyetine girmiştir. MÖ 73 yılında ise Roma İmparatorluğu şehirlerinden birisi haline gelmiştir. Şehir Roma hakimiyeti ile hızla büyümeye başlar, MS 100'lü yıllara gelene kadar kuyu ve sarnıçlar ile kendi su ihtiyacını gören şehir, MS 117-138 yılları arasında Hadrianus döneminde ilk su hattı ile kentin su ihtiyacı çözüme kavuşturulmuş, zaten Rome MÖ 140 yıllarda Aqua Marcia ile Roma'ya 90 kilometreden (10 kilometre kemer, 80 kilometre tünel ve yer üstü su yolu) Roma'ya su getirdiği için bu şekilde bir çözüme de alışkın durumda. Hadrian Su Yolu şehrin batı tarafından gelen bir hat, Haliç'in dış mahallelerine su taşınan bu hattan geriye neredeyse hiçbir kalıntı kalmamış durumda hatta bu su yolunun tam olarak nerede başlayıp nerede, nasıl su taşındığı ile ilgili bilgi bulunmamaktadır.

Konstantinopolis Su Yolu ve Ardılları

Roma İmparatorluğu henüz yıkılmadan MS 330 yılında Roma İmparatoru 1. Konstantin tarafından Byzantion'u imparatorluğun yeni başkenti seçmiş ve burayı Nova Roma yani Yeni Roma diye tekrar isimlendirmiştir. İlk zamanlarından itibaren yeni başkentin tarihçileri ise şehri başkent yapan imparatordan dolayı şehri Konstantin'in Şehri; Konstantinopolis diye anmaya başlamışlar. Hemen aynı dönemde şehir yeni büyüklüğü ile sınırlarını zorlayınca ve Hadrian Su Yolu şehrin su ihtiyacını görmeye yetmeyince Konstantinopolis Su Yolu yapılmaya başlanmış. Bu su yolu Dünya'nın en uzun su yolu olarak kayıtlara geçmiş durumda. Istranca dağlarından getirilen su, Vize’nin 6 km. batısında bulunan Değirmendere’nin sol kenarından başlayıp Saray, Safaalan, Binkılıç, Aydınlar, Karamandere, Gümüşpınar, Çiftlikköy, Dağyenice, Germe, Tayakadın, Arnavutköy ve Cebeciköy yoluyla 242 km gelerek Edirnekapı bölgesinde şehre giriyordu, 30'dan fazla tek gözlü, 6-7 tane de 2-3 katlı büyük kemer içeren bu su yolunda onlarca kilometre de tünel bulunmaktaydı.

Bugün Çatalca ormanlarının içinde devasa gösterişli kemerler ile bu su yolu varlığını devam ettirmektedir. Bu su kemerlerinden Ballıgerme, Kurşnlugerme, Tavas, Büyükgerme gibi kemerler ayakta olduğu haliyle dahi gösterişli ve görülmeye değer durumda.

Hemen ardından MS 350'li yıllarda ise Valens Su Yolu yapılmaya başlandı, bu yol Halkalı civarından Beyzatıt'a kadar diğerlerine göre çok daha kısaydı ancak Valens su kaynağı olarak Belgrat ormanlarını keşfettiğinden, bu kadar uzaktan su getirmeye gerek görülmemişti, Bugün Unkapanı yakınlarındaki İstanbul Büyükşehir Belediyesi Binası yanında kalan Bozdoğan Su Kemeri olarak bilinen kemer işte bu dönemde Belgrad Ormanlarından gelen suyu şehir sarnıçlarına taşımak için yapılmıştı ve adı da Valens Kemeridir. Yine Halkalı Suyunun getirilmesi için Atışalanı civarında da sağlam şekilde ayakta kalan Mazul Su kemeri yine Valens dönemi kemeridir.

Bizans tarihçisi Pricopius bu dönemde Konstantinopolis için " Suyun taçlandırdığı güzellik" demekteydi.

Bugün Büyük Bent ya da Büyük Belgrad Bendi olarak adlandırılan bendin de yine Valens döneminde yapıldığı tahmin edilmektedir. Ancak bu bllgi dahi 1889 yılına Şemseddin Sami'nin Kamûs-ül Â'lâm kitabına dayanmaktadır ve kesin değildir. Ancak bilinen ve kesin olan gerçek şehir büyüdükçe su problemi oluştuğu ve su problemi çözüldükçe şehrin büyüdüğüdür.

Bizans Dönemi - Sarnıçlar Dönemi

Roma İmparatorluğu MS 395 yılında ikiye ayrılır ve Doğu Roma İmparatorluğunun başkenti olarak Konstantinopolis büyümeye devam eder. Ancak çalkantılı siyasi dönemler, kavimler göçü, şehre sürekli saldırılar su yollarının tahrip olmasına neden oldu. Bu dönemde artış şehre gelen suyun depolanması ihtiyacı doğdu, üstü açık ve kapalı büyük sarnıçlar ile şehir dışından gelen bu su yollarına bağımlılık azaldı, özellikle savaş yıllarında sayıları 70'e yaklaşan sarnıçlar uzun süre susuz kalmanın önüne geçmeye başladı.

Bugün için Karagümrük Stadı olan Vefa Stadı yani Çukurbostan, İmparator Theodisios tarafından 420 yılında yaptırılan bir açık sarnıçtı ve adı da Aetios Sarnıcı idi. Yine üstü açık Hagios Makios Sarnıcı da Fatih'te bulunan üstü açık büyük sarnıçlardandır. Kapalı sarnıçlar arasında ise en bilineni Büyük İmparator Sarnıcı olarak da adlandırılan, Bizans İmparatoru I. Justinianus (527-565) tarafından yaptırılan bu büyük yeraltı sarnıcı yani Yerebatan Sarnıcıdır. Suyun içinden yükselen ve sayısız gibi görülen mermer sütunlar sebebiyle halk arasında “Yerebatan Sarayı” olarak isimlendirilen sarnıca bulunduğu yerde daha önce bir Bazilika bulunduğundan, Bazilika Sarnıcı da denilmektedir. Hemen yakınında bulunan Binbirdirek Sarnıcı diğerlerine göre daha eskidir, hatta ilk örneklerdendir denilebilir, zira tam tarih bilinmese de İmparator Konstantin tarafından yaptırıldığı bilinmektedir.

İstanbul'un başına gelen en büyük felaket ise Haçlı Seferlerinden biridir. 4. Haçlı Seferi, 1200 yılında Mısır ve Kudüs için başlamış ancak 1202 yılında Bizans tahtında hak iddia eden 4. Alexios'un Katolik olma teklifiyle 1203 yılında haçlı ordusunun İstanbul'a yönelmesine neden oldu. 1204 yılında İstanbul'da bir Latin İmparatorluğu kuruldu ve şehir 1261 yılına kadar bu şekilde yönetildi, ancak tarih açısından kısa sayılabilecek bu dönem Konstantinopolis'e geri dönülemez büyük bir zarar verdi. Nüfusu düşmeye başladı, İmparatorluğun gelir gider dengesi bozuldu, su yollarının bakımı ihmal edilmeye başlandı ve ihtiyaç duyulmamasıyla birlikte çiürümeye terkedildi.

Osmanlı Dönemi - Yeni Su Yolları

Bu küçülme 1453 yılında İstanbul'un Osmanlılar tarafından fethine kadar devam etti. Fetih sonrasında Konstantinopolis artık Konstantiniyye olarak adlandırılmaya başlandı, Bizans'a göre zengin durumda olan Osmanlı tarafından şehir yeniden kurulmaya başlandı, çeşmeler, sebiller, hamamlar yapılmaya başlandı. Şehrin nüfusu 50 bin civarındaydı ancak su yolları kullanılamaz durumda olduğundan su ihtiyacı için sarnıçlar kullanılıyordu. Hemen Fatih döneminde Belgrad Ormanı Cebeciköy'den Bozdoğan Kemerine gelen Bozdoğan ve Mazul Su kemeri dahil 21 kemer içeren 25 kilometrelik hat yeniden yapıldı. Bu hat Kırkçeşme Su Yolu'nun öncülü sayılabilir zira su sitemi aşağıda değinildiği gibi Kanuni döneminde yapılsa da adını bu dönemdeki Fatih'in yaptırdığı çeşmelerden almıştır.

Kırkçeşme Su Yolu

Fetih sırasında 50 bin olan İstanbul nüfusu 30 yılda 100 bine, 70 yılda 170 bine dayanmıştı. Kanuni dönemi bu kadar su kaynağına rağmen susuzluk tehlikesinin başladığı dönemdir, Kanuni bir av sırasında Kağıthane bölgesinde eski bir su yolundan su sızdığını farkeder ve Mimar Sinan'a bir komisyon kurarak eski su yollarını incelemesini emreder. Mimar Sinan Belgrad Ormanı derelerini inceler, eski su yollarını tespit eder, ancak Kanuni huzuruna çıktığında, bölgedeki suyu İstanbul'a getirmek için altın dolu keseleri uç uca dizmek gerektiğini, çok masraflı olduğunu söyler, ancak Kanuni, suyun getirilmesi mümkün ise altın keselerinin uç uca değil yan yana dizilmesine razı olduğunu söyler. Rüstem Paşa'nın şehrin çok büyüyeceği itirazı, çok masraflı olacağı itirazlarına rağmen çalışmalar başlar. 

Böylece 1554-1563 yılları arasında 9 yılda Kırkçeşme Su Yolu tamamlanır, Valens ve Theodosios dönemindeki su yollarından yararlanılır, genişletilir, yeniden yapılır. Bu Su Yolunda 6 tanesi çok katlı olmak üzere 35 kemer ve 55 kilometre hat için 50 milyon altın harcanır. 97 gözlü Uzun Kemer, 3 katlı Mağlova kemeri, 19 gözlü Güzelce kemer hep bu hattın üzerindedir. Kırkçeşme Su Yoluna Büyük Bentten (yapım yılı bilinmemektedir ve Kanuni döneminde zaten mevcuttur) başka, Kömürcü Bendi (2. Osman Dönemi - 1624 yılında), Kirazlı bend (2. Mahmut Dönemi - 1818 yılında)

Halkalı Su Yolu

Osmanlı İmparatorluğunda bu döneme kadar subaşılık görevi Su Yolu Nazirlığına çevrildi, zira Osmanlı da suyun hayat demek olduğunun farkındaydı. Hemen her imparator döneminde Valens Döneminde temeli atılan Halkalı Su Yoluna eklemeler yapılarak, şehrin su ihtiyacı karşılandı hatta 1700'lere gelindiğinde 17 farklı su yolu Halkalı Su Yoluna bağlanmış ve şehrin her tarafına bağlanmıştı. Beyazıd Su Yolu bu suyu Çemberlitaş'a kadar taşıyordu, Koca Mustafa Paşa Su Yolu Bayrampaşa'dan bu hatta katılıyor ve Koca Mustafa Paşa mahallesini besliyordu, Süleymaniye Su Yolu, Aypah bögesinden suları sisteme katıyor, Şehzadebaşı bölgesinden geçip, Bozdoğan Kemerinin son gözünde sistemden ayrılarak Süleymaniye Cami ve bölgesine su taşıyordu, yine Kanuni döneminde Mihrimah Su yolu da Küçükköy'den sisteme su taşıyıp, cami yakınında sistemden ayrılıyordu. Yine Cerrah Paşa, Köprülü, Kasım Ağa, Nuru Osmaniye, Hekimoğlu Su yolları gibi su yolları da Halkalı Su yollarına katılıp onlarca çeşmeyi ve hayratı sulamaya devam ediyordu. Bütün bu eklemelerle birlikte su şehir nüfusunu da besliyordu, Halkalı Su Yolu eski şehir ile yüksek yerlere su taşırken, Kırkçeşme Su Yolu Eyüp ile alçak yerlere ve bazı saray ile çeşmelere su taşımakta kullanılmıştır.

Taksim Su Yolu

1700'lü yıllara gelindiğinde ise şehrin Galata, Beyoğlu, Beşiktaş hatta boğazda yer alan diğer semtlerinde yerleşim artmaya başladı ve bu bölgeye su taşıyan herhangi bir hat bulunmuyordu. Beyoğlu ile Galata civarının su ihtiyacını karşılamak üzere Belgrad Ormanı'nın Bahçeköy bölgesinden su getirme çalışmaları başladı. 1730 yılında tahta çıkan 1. Mahmut 1731 yılında Topuzlu (1. Mahmut) bendinin yapılması ile Taksim Su Yolu'da yapılmaya başlanmış oldu. Bu bölgeden Sultan Mahmut Kemeri üzerinden Maslak, Levent, Mecidiyeköy üzerinden Taksim'e ulaşan su buradaki maksemden şehre dağıtılmaya başlandı, zaten Taksim adı da burada suyun tasim edilmesinden yani suyun dağıtılmasından, paylaştırılmasından gelmektedir. Taksim'de bulunan maksem İstiklal Caddesi girişindedir. I. Mahmut tarafından 1732 yılında yaptırılan maksem, sekiz köşeli ve kubbeli klasik formda güzel bir yapıdır. 

Valide Bendi ise 3. Selim zamanında 1796 yılında  annesi Mihrişah Sultan tarafından yaptırılmıştır. Bu bent hem Taksim Su Yolu'na hem de Kırkçeşme Su Yoluna su sağlamak için kullanılmıştır.

2. Mahmut Bendi diğer adıyla Bend-i Cedid yani Yeni Bent 2. Mahmut döneminde 1839 yılında  inşa edilmiştir. Bendin ortasında kitabe ve hemen üstünde ışınlı şekilde tuğra bulunmaktadır. Bu bendin de sisteme su vermesiyle su sistemi son halini aldı ve İstanbul'a 150 yıl daha hizmet etti.

Taksim Su Yolu 1990'la kadar kullanılmış bir su yoludur.

Osmanlı Döneminde son olarak Sultan 2. Abdülhamit döneminde çıkarılmış Hamidiye suyunun sevkinde Hamidiye Su Yolu 1902’de hayata geçirilmiştir ve tesisatta demir boru kullanılmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Dönemi

Türkiye Cumhuriyeti döneminde de İstanbul'un su ihtiyacı artarak devam etmiş, 1952 yılında yapılan Elmalı Barajı, 1971 yılında  yapılan Terkos Barajı, 1983 yılında yapılan Alibeyköy Barajı,1988 yılında yapılan Darlık Barajına rağmen, uzun susuzluk, kuraklık dönemlerinde su kesintileri yaşanmış, sürekli yeni barajlar ile su ihtiyacı giderilmeye çalışılmıştır. Su kesintileri ile sıkça haber olan şehir 1996 Sazlıdere Barajı, 1995-1997 arasında  Istrancalar Barajları (Düzdere Barajı, Kuzuludere Barajı, Büyükdere Barajı, Sultanbahçedere Barajı, Elmalıdere Barajı) ile su ihtiyacını karşılamaya devam etmiştir.

Ancak 1997 yılına kadar şehrin kendi suyunu kendisinin karşılaması şeklinde devam eden bu durum, bu yıllarda Düzce ile Sakarya arasında sınır olan Büyük Melen Deresinin suyunun İstanbul'a getirilmesi çalışmaları ile yine uzaklardan su getirmeye evrilmiştir. Cumhuriyet tarihinin en büyük su temin projesi olan Büyük Melen Projesi 1997 yılında DSİ tarafından hazırlanıp, 2001 yılında inşaat işleri başladı. Projenin ilk etabı 20 Ekim 2007'de uygulamaya geçti, bu yıllarda ise ikinci aşaması yani Melen Barajı'nın tamamlanması ile daha fazla miktarda su getirilmesi ile gerekirken, baraj duvarının çatlaması ile gündeme geldi.

Bu proje şu anda 868 milyon molan su hacmini 2 katına çıkaracak ve neredeyse 20 yıllık sorunu ortadan kaldıracak iken Büyük Melen Projesinin tamamlanmaması nedeniyle şehir yine kurak ve susuz bir döneme girmeye hazırlanıyor.

Mİmar Sinan'ın Su Hikayesi

Mimar Sinan, İstanbul'un dışındaki suları İstanbul'a getirdi; şehrin meydanlarında çeşmeler inşa ederek suyu akıttı. O güne kadar musluk diye bir adet yok iken, su yolununmaliyeti nedeniyle bu çeşmelere musluk takıldı. Kanuni bir ferman çıkarttı: "Umumi çeşmeler halkın malıdır. Hiç kimse bu çeşmelerden gizlice evine su alamayacaktır." Sadece Mimar Sinan'a istisna koydu: Bu izin üzerine Süleymaniye civarındaki meydan çeşmesinden Sinan'ın evine özel olarak yol yapıldı ve su akıtıldı. Aradan yıllar geçti; Kanuni Sultan Süleyman ve bu istisnayı bilenler ile Mimar Başı Mimar Sinan'ı tanıyanlar hep öldü. Kendisi 99 yaşındaydı ve yapayalnız kalmıştı. Bir gün Sinan'ın kapısı çalındı; bastonuna dayanarak kapıyı açtı; gelen kişi "Topkapı Sarayı'nın postacısıyım. Sizi Divan'a çağırıyorlar. Herhalde hakkınızda soruşturma var" dedi. Sinan saraya gitti; gerçekten de bir soruşturma heyeti kurulmuştu. Kadılar, ulemalar, müftüler, o günün vükelası, Sinan'a durumu izah etti: "Hiç kimse evine özel olarak su almasın diye padişah fermanı bulunmasına rağmen, evinizde su varmış."
- Evet, cihan padişahı bana özel olarak müsaade vermişti.
- Bu müsaadenizi, fermanı görelim bakalım.
- Ben o zaman cihan padişahından ferman istemekte hicap etmiştim.
Divan zor durumda kalmıştı. "Sinan büyük hizmetler etmiştir, evinde suyu aksın" diyenler de vardı; "Bu Ali Osman'a hizmet eden sadece Sinan mı? Ya diğer hizmet edenlerin de evine özel su verilsin, ya da Sinan'a ayrıcalık tanınmasın" diye konuşanlar da oldu. Sonunda şu karara varıldı: "Sinan'a verilen su kesilsin, fakat şimdiye kadar fermansız kullandığı için ceza almasın." Mimar Sinan tabii ki çok üzüldü ama yapacak bir şey yoktu. 100 yaşına girerken hastalanıp, yatağa düştü. Vefatı sırasında bir bezi suya batırıp da çalmak isterlerken baktılar ki musluktan su akmıyor, hatta evde Mimar Sinan'ın dudaklarını ıslatacak bir bardak dah su yok. İstanbul'a su getiren Mimar Sinan, böylece susuz bir şekilde susuz bir evde vefat etti.

Güncelleme Tarihi: 09 Aralık 2020, 23:50

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.

SIRADAKİ HABER